Mert SarıbaşGOAL

ÖZEL | Mert Sarıbaş anlattı: Türk futbolu Avrupa'daki dijital dönüşümün ve sosyal medya kullanımının neresinde?

Come to Beşiktaş...
Gel beraber Mesut olalım...
Admin Falcao sandım...

Türk kulüpleri dünyaca ünlü transferler yapmaya uzun yıllardır bir hayli alışkın ancak son dönemde tüm bu ses getiren transferlerin saha içindeki performansı kadar, nasıl prodüksiyonla duyurulacağı da büyük bir merak konusu. 

Dijital dönüşüm hayatın hem her alanında etkili olduğu gibi sporda da büyük yer tutarken, Süper Lig kulüplerinin sosyal medyadaki etkinliği de gözardı edilemez bir noktaya geldi. 

Uzun bir süre Göztepe'nin sosyal medya sorumluluğunu üstlenen Mert Sarıbaş, sosyal medya kullanımının spordaki yerini ve Türk kulüplerinin bu yönde atması gereken adımları GOAL Türkiye için değerlendirdi. 

Kulüplerin videolu prodüksiyonla yaptığı transfer açıklamaları son dönemde sosyal medyada sıklıkla gündemi oluşturuyor. Kulüpler artık transferler kadar bu prodüksyonlara da önem veriyor ve bu dünyanın dört bir yanında böyle. Elbette büyük takımların işin bu tarafına ayırabildikleri bütçenin daha büyük olmasının da etkisiyle dünyaca ünlü takımlar bu konuda oldukça etkileyici işlere imza atarken, Türkiye'deki takımlar da her ne kadar biraz geriden de olsa bu akımı takip ediyor. Türk futbolu sosyal medyadaki bu akımın neresinde bize bunu anlatır mısın?

Transfer dönemi kulüplerin transfer departmanları kadar sosyal medya, iletişim ekipleri için de oldukça yoğun bir dönem. Bizim özellikle futboldaki sosyal medya kullanımımız Avrupa'nın birkaç sezon gerisinden gidiyor gibi. Prodüksiyonlu transfer açıklama içerikleri aslında bakılırsa Avrupa'da birkaç sezon öncesinde çok yaygındı.

Sonrasında bizim ülkemiz de bu konudaki akıma katıldı bu konuda çok sayıda içerik gördük. Bunlar her şeyden önce keyifli işler. Son olarak Gaziantep FK'nin Lazar Markovic transferindeki animasyonu oldukça keyif vericiydi. Diğer yandan taraftarların bu konuda kulüplerin sosyal medya ekiplerine yaptığı baskıdan ötürü bazen tekdüze işler de görüyoruz maalesef.

Bana kalırsa her transferi bu şekilde açıklama çabasına girilmesine gerek yok. İyi bir fikriniz ve senaryonuz yoksa standart bir konsept, klişe bir videodan daha iyi bir seçenek çoğu zaman.

Yaz boyunca ses getiren bir tek prodüksiyon bile yeterli olabilir. Kulüpler her transferi bu şekilde videolu açıklamak isteyince genellikle içerik kalitesinin düştüğünü görüyoruz.

Bu biraz taraftarlardan kaynaklanmıyor mu? Birçok büyük takım taraftarı önemli transferlerin sonrasında sosyal medya departmanlarını eleştiriyor ve dünyaca ünlü oyuncuların transferinin yeterince ses getirmemesinden yakınıyor.

Transfer edilen oyuncu dünya çapında bir isimse zaten mutlaka değerlendirilmeli. Kulüpler bu oyuncuların hikayelerini mutlaka kullanmalı. Bence Türk futbolundaki önemli problemlerden biri bu.

Türkiye'ye çok sayıda dünyaca ünlü, marka oyuncu geliyor ama kulüpler bu markaları maalesef yeterince kullanamıyor. Yabancı kulüpler bu tarz isimleri sadece saha içinde değil saha dışında da verimli kullanmaya çalışıyor.

Marka isimleri bence de mutlaka kullanmak gerekiyor ama bazen orada da bilmediğimiz parametreler devreye girebiliyor.Mesela benim Göztepe'de çalıştığım dönemde Demba Ba transferini o dönemin popüler global akımlarından birine ortak olmak için piyanolu bir şekilde duyuracaktık ve bu yüzden piyano kiralamıştık ama son dakikada oyuncunun imaj hakkı sözleşmelerinden doğan bir problemden dolayı piyano stadyuma kadar gelmesine rağmen bu videoyu çekemedik.

Türk futbolunun sosyal medya yönetimi konusunda Avrupa'nın birkaç yıl gerisinden geldiğini söylemiştin. Bunu biraz açabilir misin? Türk kulüplerinin eksiklikleri neler? Türk futbolu çağı nasıl yakalar?

Aslında bence Avrupa'ya göre birçok fazlamız var ama bunu pek fazla kullanamıyoruz. Türk futbolundaki ve taraftarlarındaki etkileşim potansiyeli Avrupa'nın çok önünde ama bu potansiyelin farkına bizden önce yabancılar vardı.

Şampiyonlar Ligi, UEFA, FIFA, UEFA Avrupa Ligi hesaplarına baktığımızda sürekli Türkiye'deki taraftarların vereceği etkileşimlere oynadıklarını görüyoruz. Türkiye'deki taraftar bağlılığı inanılmaz seviyede ve bu sosyal medyadaki takipçi sayılarıyla etkileşim sayılarına da yansıyor elbette.

Bir adım geriden takip etme mevzusuna gelince... Bundan 7-8 yıl önce kulüplerde sosyal medya ekibi kavramı yoktu. Bu iş kulüp içindeki herhangi birine ek bir iş gibi yaptırılıyordu. Zamanla önce bu oturdu ve sosyal medya departmanları oluşturuldu.

Şimdi Süper Lig özelinde her kulübün kendi sosyal medya ekibi var. İçerik üretme konusunda bence iyi bir noktadayız ama Avrupa ile farkımız şu, Avrupa kulüpleri artık içerikten para kazanır bir duruma geldi.

2021 yılında spor kulüpleri dijital varlıklarıyla 2 milyar euro'nun üzerinde gelir elde etti. Bu çok büyük bir pazar. En basitinden bir kulübün gittiği kamp organizasyonunda sosyal medya hesaplarının gücünü kullanarak indirim elde etmesi bile önemli bir gelir anlamına geliyor.

Sosyal medya geliri kulüplerin geleneksel sponsorluk anlaşmalarının dışında bir gelir seçeneği ve bu artık faydalanılması kaçınılmaz bir gelir. Türkiye'de sosyal medyayı ve buradaki içerikleri gelir beklentisiyle değerlendiren kulüpler olmaya başladı ama sayısı çok az.

Kulüplerin maç günü içeriklerinde mutlaka sponsorlu içerikler olmalı artık. Markalar spor kulüpleriyle ve sporcularla yan yana gelmek istiyorlar çünkü taraftarların bağlılığı ve aidiyeti markalar için müthiş bir potansiyel. Spor kulüplerinin de artık ürettikleri içeriklerden para kazanması lazım. Bu işe böyle bakılırsa iki taraf da karşılıklı önemli kazanımlar elde edebilir.

Avrupa'da kulüplerin maç günü maçta giyilecek forma paylaşımında da sponsorluk oluyor, paylaşılan gol videolarında da sponsorluk oluyor. Bunu sadece sosyal medya paylaşımı olarak görmemek lazım mesela fan tokenlar da önemli bir gelir kalemi. Tüm bunların yanında sosyal medya aslına bakılırsa geleneksel sponsorluk anlaşmaları için de oldukça önemli.

Kulüple sponsor oturup pazarlık yaptığında kulüp sosyal medya tarafında ne kadar güçlü ve kuvvetliyse bu kulüp adına o denli önemli bir koz. Sosyal medyadaki etkileşim sayısına ve hedef kitleye ne kadar ulaşabildiğinize dair istatistikleri çok kolay bir şekilde elde edip, sponsorla görüşmede masaya koyabiliyorsunuz.

Bu da tabii ki sponsorlara daha cazip geliyor. Dolayısıyla bizim artık sosyal medya etkinliğimizi gelire dönüştürme zamanımız geldi.

Süper Lig'in herhangi bir resmi sitesinin ve sosyal medya hesaplarının olmaması da çok sık eleştirilen bir konu. Hatta TFF seçimlerinin hemen ardından yeniden gündeme gelen bu konu hakkında kısa sürede önemli adımların atılacağı da söylendi. En basitinden MLS'te bir gol atıldığında yaklaşık 3-5 dakika içerisinde Twitter'daki Türk kullanıcıların bile önüne düşebiliyor ama geçmişten bugüne Didier Drogba, Robin van Persie, Mario Gomez gibi yıldızların oynadığı Süper Lig sanki biraz hem gözden hem de gönülden ırak durumda. Sürekli marka değerinden bahsedilen Türk futbolunun kendisini hiçbir şekilde satamadığını görüyoruz. Bu tarz bir pazarlama örneği gerçekten hayata geçirilemeyecek kadar zor mu? Bu eksikliği nasıl değerlendiriyorsun?

Bu bence çok zor bir şey değil. Bizim durumumuz biraz su soğuk mu acaba diye suyun kenarında beklemeye benziyor. Başkaları suya girdiler, ısındılar, açıldılar ve bize uzaktan el sallıyorlar ama biz hala kenarda girsek mi girmesek mi diye bekliyoruz.

Son dönemde incelediğim bir araştırmaya göre artık canlı etkinliğe dair içerikler en az etkinlik kadar ilgi çekiyor, yani artık ikinci ekran diye bir kavram var. Yeni izleyici grubu artık sadece maçı izlemiyor. Elinde mutlaka bir telefon ya da tablet bulunduruyor. Dolayısıyla o ikinci ekranda izleyiciyi kaçırdığınız zaman potansiyel izleyicinize ulaşamamış oluyorsunuz.

Marka değeri bizim Süper Lig için dilimizden hiç düşüremediğimiz bir kavram ama bu marka değerini oluşturmak için atabileceğimiz en basit adımı bile atmamış durumdayız. Dünyanın önde gelen liglerinin tamamının sosyal medya hesapları var.

Biz bu alana girmedikçe alanın getirdiği yeniliklere dahil olmakta da zorlanıyoruz. Bugün TikTok örneği var mesela önümüzde. Avrupa liglerinde TikTok hesapları çok aktif. Bu arada TikTok demişken Ümraniyespor'un da hakkını vermek gerekiyor. TikTok'un dilini kullanarak orada inanılmaz güzel bir iş çıkartıyorlar.

Süper Lig'in hala bir resmi sitesinin olmaması, istatistiklerin Excel tablosuyla paylaşılması, sosyal medya hesaplarının bulunmaması tabii ki çok büyük bir eksiklik. Bizim ligimizde çok önemli isimler ve çok önemli hikayeler var ama bunların hiçbirini kullanamıyoruz.

Mesela La Liga örneğini ele alalım; 2013'te dijital bir dönüşüm planladılar ve geleneksel gelirlerin yanına dijital gelirleri de ekleyerek toplam gelirlerini yüzde 50’ye yakın yükselttiler.

Aynı La Liga birkaç sene önce Türkiye'deki sosyal medya fenomenlerini La Liga maçlarına davet etmiş ve Türkiye pazarına da girmişti. Bir Türk fenomen oraya gitti ve La Liga'nın resmi Instagram hesabından yayım yaptı. Bu tabii ki sadece Türkiye'ye özel değil.

Global bir lig olmak istedikleri için dünyanın dört bir yanından milyonlarca takipçiye sahip insanları İspanya'ya davet ettiler ve kendi liglerinin reklamını yaptırdılar.

El Clasico haftalarında Türkiye'de düzenlenen çok sayıda etkinliğin altında da yine La Liga'nın imzası var. Başka bir ülkenin, ülkemizde futbola olan ilginin potansiyelini görüp bu tarz hamleler yaptığı ortamda bizim hala kendimiz için en ufak bir adım atmamış olmamız çok büyük bir eksiklik.

Umarım yeni federasyon kısa sürede bu yönde adımlar atar.

Uzun bir süre boyunca bir kulübün sosyal medya departmanında çalışma deneyimine sahipsin ve bu süreçte çok güzel işlerin altına da imzanı attın. Kulüplerde bu işler nasıl yürüyor ya da nasıl yürümeli biraz bundan bahseder misin? Göztepe'de görev yaptığın dönemde Alpaslan Öztürk'ün milli takıma seçildiğini öğrendiği andaki sevincini paylaşmanız dünya çapında büyük bir ses getirmişti mesela hatırladığım kadarıyla. Bu tarz çok ses getiren ve beğeni toplayan içeriklerin sırrı nedir?

Göztepe'de çalıştığımız dönemde ekip olarak en büyük hedefimiz taraftarlara işin mutfağını yansıtabilmekti. Ülke genelini incelediğimizde Türk futbolseverlerin en merak ettiği şey işin perde arkası. Bizim taraftarlarımızın en merak ettiği konular genellikle soyunma odasında ve kulüp binasında neler olduğu.

Biz de Göztepe'de çalıştığımız dönemde daha çok buna odaklandık ve sınırlarımız el verdiğince en fazla ne verebileceğimizi düşündük. Alpaslan konusu aslında bunlardan biriydi. İçerik üretirken kendime her zaman taraftar olarak ne görmek isteyeceğimi soruyordum ve bir futbolcunun milli takım kadrosuna dahil edildiği andaki sevincini görmeyi kesinlikle isterdim ama bu video biraz da tesadüf oldu bizim için.

Bunu sormam gerekiyor, o görüntü ve sevinç gerçek mi?

Neredeyse herkes bunu soruyor ama evet o görüntü gerçek. Ben birinci katta otururken sesleri duyunca Alpaslan aşağıda biriyle kavga ediyor korkusuyla koştum aşağıya. Eyvah diyerek koştum bir baktım Alpaslan seviniyor. Hatta videoda ben de varım çünkü benim de kulübe veda edeceğim bir dönemdi ve bana bir hatıra olması için kendimi de dahil ettim.

Orada Alpaslan doğal bir sevinç sergiledi ve bize de denk geldi. Açıkçası ilk birkaç saat böyle bir şey düşünmemiştik ve sadece Alpaslan'ın sevincine ortak olduk ama birkaç saat sonra acaba bunun görüntüsünü bulabilir miyiz diye düşündük. Spor kulüplerinin sosyal medya departmanlarında çalışan arkadaşlar beni çok iyi anlayacaktır, bazen içeriğin kokusunu alırsınız.

Görüntüleri bulabilirsek ses getireceğini biliyordum ve kulüpteki çalışanlar da sağ olsunlar videoyu buldular ve o yılın en çok izlenen spor içeriklerinden biri oldu. Buradaki esas olay dediğim gibi taraftarların merak ettiği içeriklerden birini taraftara sunmaktı. Spor içeriğinde en çok ne merak ediliyor dersen bence en merak edilen şey işin mutfağı ve bu arka plana dair ne kadar şey paylaşabilirsen o kadar beğeni topluyorsunuz.

O sevinci ve görüntüyü paylaşmak aslında kulüple taraftarlar arasındaki bağı da güçlendirmiyor mu?

Kesinlikle öyle. Burada belki şuna da değinmek gerekiyor, bana kalırsa kulüplerin kesinlikle kendi sosyal medya ekipleri olmalı. Bazı kulüpler kendi ekipleri yerine ajanslarla çalışıyor. Kişilerin iletişim ya da sosyal medya konusunda çok başarılı olması spor iletişiminde de başarılı olacağı anlamına gelmiyor bence. Spor kulübü iletişimi pek çok farklı parametreye sahip bir konu.

Burada senin Göztepe taraftarı olman da önemliydi sanırım. Bu da bir avantaj olsa gerek.

Tabii ki. Benim buradaki avantajım bambaşkaydı. Tribünlerden gelen bir insan olduğum için eğitimini aldığım bir konuda kulübüme destek verebilme şansını elde eden bir insandım ve bunun avantajlarını kullandım.

Taraftarın hislerini, hissettiklerini bildiğim için çalıştığım süre boyunca taraftarların hoşuna gidecek içerikler üretme konusunda her zaman avantajlıydım. Ama çalışan kişinin illa taraftar olmasına da gerek yok bence esas önemli olan kulüp çalışanı olması ve kulübe bir aidiyet hissetmesi.

Kampta ve kulüp binasında vakit geçirdikçe, taraftarla temas ettikçe önce kulübün hikayesini sentezliyorsunuz, sonrasında da bunu paylaşımlarınıza yansıtıyorsunuz. Bazı kulüpler ajanslarla çalışmayı tercih ediyor. Elbette dönem dönem ortak çalışmalar yapılabilir ama bence aidiyet açısından kulübün bu konuda mutlaka ayrı bir ekibi olmalı.

Milyonlarca takipçisi olan oyuncuların saha içi beklentisinden ziyade bu denli yüksek takipçiyi x bir takıma yönlendirmek için transfer edileceği günleri görebilir miyiz ilerleyen dönemde?

Spor kulüplerinin sporcuların bir sosyal medya yüzü olduğunu bilerek hareket etmesi gerekiyor. Milyonlarca takipçisi olan sporcuların çok daha fazla kullanılması lazım. Bu elbette bir süre sonra kulübün tanınırlığını arttıracak ve sponsorluk anlaşmalarına da yansıyacak.

Ligimize çok sayıda önemli isim geliyor ama bunu tanınırlığımızı arttırmak için kullanamıyoruz. Kaç büyük oyuncunun hikayesini özümseyerek satabildik? Roma birkaç gün önce Paulo Dybala'yı aldı birkaç gündür neredeyse bütün paylaşımları Dybala üzerine. Yani burada, "Kimse Roma'dan büyük değildir" tarzı bir durum da yok. Burada karşılıklı bir menfaat var. Spor kulüplerinin sadece kendi taraftarlarına yönelik içerik ürettiği dönemler geride kaldı.

Tabii ki öncelik kendi camiaları olmalı ama artık önce ulusal sonrasında da global kapsayıcı bir dil tercih edilmeli. Bir spor kulübünün sosyal medya stratejisi kendi camiası dışında da beğeni topluyorsa orada başarı var demektir.

Roma özelinde belki biraz şuna da değinmek lazım; kulüp Jose Mourinho ile anlaştıktan sonra bir anda Jose Mourinho'nun takımı kimliğine büründü. Mourinho Instagram'dan bir fotoğraf attığında bütün gündem bir anda Roma oluyor. Roma bir önceki sene Paolo Fonseca yönetiminde de Şampiyonlar Ligi potasının dışında kalmıştı, geçen sezon da bu potaya giremedi ama bu son iki yılı karşılaştırdığımızda geçen sezon kesinlikle çok daha fazla konuşulan ve ses getiren bir kulüptü. Burada Mourinho'yu almak aslında bir teknik direktörden çok daha fazlasını almak demek sanki.

Kesinlikle tam olarak böyle. Kulüplerin bu menfaati kullanması lazım ve bu da takımlarda bulunan yıldız oyuncuların kullanılmasıyla olabilecek bir durum. Takıma belli bir coğrafyadan bir oyuncu geldiğinde kulüplerin o coğrafyaya hitap edebilmek için yeni sosyal medya hesabı açmaları özellikle Asya pazarı için çok sık gördüğümüz bir örnek.

Bunları mümkün olduğunca çoğaltmamız gerekiyor. Milyonlarca dolarlık kadrolar kuran, sporcular transfer eden kulüplerimizin bu isimleri pazarlama konusunda daha vizyoner olması gerekiyor çünkü artık geldiğimiz nokta bu.

Yurt dışından örnekler söylüyoruz evet ama bu örnekler hadi kafamıza göre bir şey yapalım diyerek değil büyük bir plan ve organizasyon çerçevesinde oluyor.

Mesela şu an herkes Serie B takımı Venezia'nın formalarını konuşuyor. Venezia bu formaların tasarımı için bir ajansla anlaştı, fotoğraf çekimini yapan ekip yine özel bir ekipti ve tüm bunları bir süreç olarak planladıktan sonra sosyal medyaya sunuyor.

Tüm bu sürecin ardından Türkiye'de biz, başka ülkelerde başka insanlar Venezia'yı konuşuyor. Venezia geçen sezon sportif olarak başarısız bir sezon geçirdi ve küme düştü ama şu an internet sitesine girip formasını almaya çalıştığınız zaman formaların tükendiğini görüyorsunuz ve alamıyorsunuz. Bu çok büyük bir başarı ve arkasında harika bir iletişim stratejisi var.

Bizim de sosyal medya kullanımını pazarlamayla dirsek temasıyla tutup bir planlama dahilinde ilerletmemiz gerekiyor çünkü etkileşim olarak dünyadaki pek çok kulüpten öndeyiz.

Burada önemli olan istikrarı yakalamak. Transfer döneminde birkaç keyifli video çektikten sonra sezonu antrenman-maç, antrenman-maç diye geçirmemek gerekiyor. Özellikle tasarım konusunda dünyanın önde gelen ülkelerinden biriyiz. Yeter ki kulüplerde bunları kullanabilecek bir vizyon olsun.

Son yıllarda dijital içeriklerin neredeyse organizasyonun kendisi kadar önemsendiğini görüyoruz. Bu trend bu şekilde devam edecek mi?

Benim çocukluğumda Formula 1 popüler bir spordu. Kendimi genel bir spor izleyicisi olarak görüyorum ama bundan 4-5  yıl önce Formula 1'e olan ilgim bir hayli azalmıştı. Bu durum sadece benle alakalı değil organizasyonun izlenme oranına sponsorluk anlaşmalarına da yansımıştı.

Bundan beş yıl kadar önce Formula 1 el değiştirdi ve devralan yapı Formula 1'in dijital bir açılım yapması gerektiğine karar verdi. Bu dijital açım için göreve getirilen kişinin yaptığı ilk açıklama ise sporun canlı yayınlardan yani sadece sıralama turları ve yarıştan çok daha fazlası olduğunu insanlara göstermeleri gerektiğiydi.

Formula 1

Bu anlayışın ardından Formula 1 hem sosyal medyada çok daha aktif bir kimliğe büründü hem de hepimizin bildiği Netflix anlaşmasıyla insanlara işin mutfağını gösterdi. Tüm bu sürecin ardından Formula 1 büyük bir izlenme oranı artışı yakaladı ve bundan üç yıl önce ABD'de 5 milyon dolar olarak yenilen yayım haklarının yeni yayım hakları için 100 milyon dolar gibi bir para konuşuluyor.

Formula 1’in sadık izleyicileri belki gelinen magazinsel noktadan çok hoşnut değiller ama bu organizasyonların varlıklarını sürdürmeleri için kaçınılmaz bir durum. Sadece sosyal medya diyerek geçmemeliyiz bahsetmek istediğim şey buydu. Sosyal medya yönetimi marka değeri, sponsorluk anlaşmaları gibi birçok konuyu kapsıyor.

Netflix konusuna girince kulüplerin sezon boyunca çekilen belgesellerine de değinmek gerekiyor. Manchester City, Juventus, Bayern Münih, Tottenham gibi takımlarla örneğini gördüğümüz, bütün bir sezonun anlatıldığı All or Nothing belgesellerinin örneklerini Türkiye'de Küçükyalı Yelken dışında ne zaman göreceğiz?

Küçükyalı Yelken'in öyküsünü büyük bir heyecanla okuduk, umarım Türk futbolundaki bu tarz hikayeler her geçen gün artar. All or Nothing serileri gerçekten müthiş ve bence burada da yapılmak isteniyor ama yapılamıyor. Bir önceki yayın anlaşmasında yayıncı kuruluşla imzalanan sözleşme bu tarz belgesellerin önünü tıkıyor.

Şu an tüm yayın hakları tamamen yayıncı kuruluşa ait. Stadyuma adım atıldığı andan itibaren kulüplerin herhangi bir görüntü kullanma hakkı yok. Soyunma odasından görüntü kullanamazsınız, koridordan hiçbir şey paylaşamazsınız. Saha içini geçtim buraları bile kullanamıyorsunuz.

Dolayısıyla kulüpler kendi hikayelerini ufak sosyal medya klipleriyle bile paylaşamıyor. Bu konuda zamanında birçok toplantı yapıldı ama sonuç çıkmadı. Kulüplerin ayda bir dakikalık hakkı var ve bunu tek seferde kullanmanız gerekiyor.

Yayıncı kuruluşun son döneme kadar bu yönde hiçbir adım yoktu ama geçtiğimiz ay taraftarlardan istek alıp golleri yayımlamaya başladılar. Bu çok somut ve spesifik bir örnek ve bunun ardından izlenmeyle etkileşim sayıları hızla 10-15 katına yükseldi.

Umarım yeni yayın ihalesiyle beraber bu konuda kulüplere daha fazla hak tanınır çünkü yabancı kulüpler bu açıdan da bizden çok daha avantajlı.

Birçok yabancı kulüp attıkları hemen her golü, teknik direktörlerinin verdiği reaksiyonları ve taraftar coşkusunu klip haline dönüştürme şansına sahipken Türk kulüplerinin böyle çalışmalar yapma yayın hakkı sözleşmesi nedeniyle çok kısıtlı ve dolayısıyla alternatif içerik arayışlarına giriliyor.

Türkiye'de sosyal medya bu denli yaygın değilken takımlara yönelik çok başarılı reklam kampanyaları yapıldı. Türkiye'de düzenlenen Avrupa Basketbol Şampiyonası öncesinde Athena'nın hazırladığı 12 Dev Adam şarkısı ve klibi, peşinden 2002 Dünya Kupası'nda Tarkan'ın hazırladığı Bir Oluruz Yolunda şarkısı ve akabinde çekilen, Ne Kosta Rika Ne De Çin klibi hem çok ses getirmiş hem de tüm ülkeyi kenetlemişti. Son dönemde özellikle milli takımlar özelinde bu konuda biraz eksiğiz. En azından bunlar kadar etkileyici ve insanları peşinden sürükleyen bir iş çıkmamasını nasıl değerlendiriyorsun? Son dönemdeki milli takımlar da o dönemin milli takımları kadar ilgi görmüyor gibi ve bunda bu durum etkili olabilir mi?

Bence bu konu özelinde başarı faktörü daha fazla öne çıkıyor. Önümüzde voleybol örneği var. A Milli Kadın Voleybol Takımının başarılı olmasıyla ivme kazanan bir süreç ve bu süreci iyi kullanan bir sosyal medya örneği var.

Burada hem federasyon hem kulüpler hem de oyuncular büyük kazançlar elde etti. Birkaç yıl önce çok daha mütevazı takipçi sayısına sahip olan voleybol sporcuları inanılmaz takipçi sayılarına ve sponsorluk anlaşmalarına kavuştu. Filenin Sultanları bir maça çıkacağı zaman biletler günler öncesinden tükeniyor, insanlar ekran başına kilitleniyor.

Bu noktada başarı ve ilgi biraz et ve tırnak gibi bir konu. A Milli Futbol Takımı biraz başarılı olduğunda bunun sosyal medya yansımalarını da mutlak göreceğiz.

Cristiano Ronaldo'nun Manchester United'dan kazandığının daha fazlasını sponsorluk anlaşmalarıyla kazandığını biliyoruz. Ronaldo şu anda Instagram'da en fazla kullanıcısı olan insan konumunda. Bu noktada oyuncuların bireysel sosyal medya kullanımı ne durumda? Birçok oyuncunun artık sosyal medya ajanslarından destek aldığını biliyoruz.

Bu da aslında kulüplerin sosyal medyayı kullanma ihtiyacının doğmasıyla birlikte ortaya çıkan bir süreç. Sporcuların sosyal medya ekosistemin içinde olmaması sporcu adına büyük eksiklik. Her sporcunun sosyal medyada yer alması gerekiyor.

Bu noktada fayda görmek kadar zarar görmemek de önemli. Hatalı bir paylaşım ve hatalı bir ifade sporcuların kariyerine mal olabiliyor. Ülkemizde eski tweetleri sebebiyle gündeme gelen ve istifa etmek zorunda kalan yöneticiler de gördük.

Dolayısıyla doğru sosyal medya yönetimi artık son derece önemli. Bence sporculara alt yaş gruplarından itibaren bu konuda eğitim verilmeli. Bu konuya önem veren sporcular artık bu işin profesyonelleriyle çalışmaya başladılar. Başarılı bir sosyal medya yönetimiyle oyuncular hem kendilerini doğru ifade ediyor hem de sponsorların ilgisini çekiyor.

Bu yüzden hem sporcu hem de kulüp hesapları aslında influencer hesaplar gibi kullanılmalı çünkü bu kadar bağlılıkla takip edilen başka bir sektör yok. Sporcuların takipçileri artık hayran boyutunda ve bu kitlenin verimli kullanılması için profesyonel destek almaları da kaçınılmaz.

Göztepe'de görev yaptığın dönemde en severek paylaştığın, unutamadığın iş neydi son olarak bunu merak ediyorum.

Buna verebileceğim iki çok özel cevap var. İlkinin manevi anlamı benim için çok büyük. 2016-2017 sezonunda Göztepe ile Eskişehirspor arasındaki play off finali sonucunda paylaştığım, "Şampiyon Göztepe" tweetini unutmam mümkün değil.

Taraftarı olduğum kulüpte bu tweeti atmak bana nasip oldu ve çok heyecanlanmıştım. O maçta arkamda Servet Çetin oturuyordu ve heyecandan maçın sonunu göremeyeceğimi söyleyip takılmıştı bana. Basın tribününde tweeti atıp ardından sahaya koştuğum anı uzun yıllar unutmam mümkün değil.

Bir diğeri de 2019-20 sezonundaki bir işti. "Yeni sezon gol sevinçlerimiz hazır" şeklinde bir içerik paylaştıktan sonra sezonun ilk dört haftasında maalesef gol atamamıştık. Böyle talihsiz ve trajikomik bir süreçten geçtikten sonra ilk golümüzü beşinci haftada attık.

İlk golümüzü attığımız an tamamen spontane bir şekilde Cem Yılmaz sevgimin de etkisiyle AROG filmindeki, "Büyü bozuldu" sahnesi geldi aklıma ve golü bu sahneyle tweet attım.

Bu aslında riskli bir paylaşımdı. Bu tarz mizah içerikli paylaşımlar özellikle Almanya'da beğeni topluyor ama elbette aradaki kültür farklılığını da göz ardı etmemek lazım. Zaman zaman orada da bu tarz tweetlere tepki geliyor ama camialar artık bunu bir şekilde kabul etti.

Bizim ülkemizde dört hafta gol atamamışken bu tarz mizah içerikli bir tweet tepki çeker mi diye düşünmüştük ama buna rağmen paylaşımı yaptık ve büyük bir beğeni topladı. Bu tweetin beğeni toplaması sosyal medya kullanımımızın camiamız tarafından kabul gördüğünü de ortaya koymuştu ve benim için özeldi.

Yanlış hatırlamıyorsam geçtiğimiz yıllarda Bayern Münih'ten 7-8 gol yiyen bir takım golleri random gülüş ifadeleriyle paylaşmıştı. Bu noktaya gelmemiz zor görünüyor gibi.

Türkiye'de bu kadarı hiçbir zaman olmaz bence. Bana sorarsan bu kadarı zaten olmamalı da.